Günümüzün globalleşen dünyasında en büyük sorumluluğumuzdur çocuklarımız. En iyisi en güzeli onların olsun isteriz. Hele ki önünde bir de sınav varsa endişelerimiz tavan yapar.
Yıllardır her Ramazan ayında aynı klasik sorular sorulur. Sanki ilk kez oruç tutuyormuşuz gibi, “Sakız çiğnersem orucum bozulur mu?” “Dişimi fırçaladım ve çalkaladım orucum bozulmuş mudur?…” Ve daha nice cevabını bildiğimiz ama sormaktan keyif aldığımız sorular. İşte tam da buna benzer bir konu başlığını kendimce yorumlamak istiyorum.
Hayatımızın vazgeçilmezidir sınavlar, YKS, LGS vb. şekilde yıllardır isim değişikliği ile karşımıza gelen. O büyük günler için büyük hazırlıklar yapılır birçok ailede.
Kimi, günler önceden hatimler indirir pirinçlere, şekerlere okur, zihin açıklığı için, kimileri o güne özel kahvaltılar, kuru yemişler, ballar, sütler içirir sınava girecek öğrencisine. Neye inanırsanız ya da nasıl bir mantıkla hesaplar yaparsanız yapın, bu şekilde o günü çocuklarınıza asla normal hissettirecek bir tavır takınamazsınız. Etrafımızdan gelen tavsiyelerde önemli bir yer tutar bu süreçte. “Bir hafta önceden çalışmayı bırakmalı, kafası dinlensin.” “Aaa olur mu bizim kız son gün, gece bile çalıştı, tıp kazandı.” Telefon, mesaj trafiği başlar bir gün önceden. “Başarılar, sen yaparsın biliyorum.”, “Evden çıkarken oku üfle.”, “Allah zihin açıklığı versin.”, “Salona girmeden mutlaka tuvalete git!”… Daha neler neler…
Çocuklarımızın sınav gününde normal bir günden, daha önce girdiği deneme sınavlarından farklı bir şey olmadığını bilmeye, hissetmeye ihtiyaçları var. Evet o gün de geçen diğer günler gibi sıradan bir gündür. Bunu unutmamız gerekiyor. Hayatta alternatiflerimiz her zaman vardır ve var olacaktır, bunu bizim ve çocuklarımızın inanarak bilmesi gerekiyor. Mantıkla ya da inançla yaptığımız her şey şüphesiz ki oldukça önemli. İnanmadan, umut etmeden başarıya odaklanmamız hep biraz eksik kalacaktır. Ancak bunları gerçekleştirirken çocuklarımıza her zamankinden farklı yaklaşıp davranmamız, onlarda bulunan kaygı düzeyini, heyecanı olumsuz da etkileyebilmektedir. Sınavı kendisi için yapan öğrenci sayısı maalesef gittikçe azalmaktadır. Anne babasını, eş dost, akrabaya karşı mahcup etmekten çekinen, sınıfı, okulu içerisinde güzel bir sıralamayla iyi anılmak isteyen ya da ailesinin yine etrafa karşı gururlanmasını öne alan öğrenci profilimiz çoğalmaktadır.
Biz büyüklerin hayalleri, istekleri çocuklarımıza dair projeleri onların yükünü daha da çoğaltmaktadır. Yıllar önce lisedeki Mantık öğretmenimin bizlere söylediği söz hala aklımdadır. “Bu ülkeye her alanda istihdam edilecek insan lazım. Hepiniz doktor, öğretmen ya da mühendis olamazsınız. Kiminiz sekreter, kiminiz memur, kiminiz muhasebeci olacaksınız. Bu ülkenin her sektörde çalışacak olana ihtiyacı var” derdi. Çok da haklıydı. Önemli olan, severek okuyacağımız bir bölümü seçmemiz, severek yapacağımız bir mesleğimizin olmasıdır. Başarıyı ancak o zaman yakalayabiliriz. Yediğimiz yemekten bile mutlu olan insanlarız. O halde bir ömür taşıyacağımız kimlikleri de mutluluğu amaçlayarak seçmeliyiz.
“İleride pişman olup, keşke derler” dediğinizi duyar gibiyim. Hepimiz öyle ya da böyle bu aşamaları geçtik. Kimi zaman sevindik, kimi zaman pişman olduk kararlarımızdan. Güven dolu bir benlik için hem pişmanlığa hem “iyi ki”ye yer açmalıyız hayatımızda. Bu nedenle bırakın “gözümün nuru” dediğiniz evlatlarınız da nihai kararlarını kendileri versinler. Onlara ait seçimler ve onlara ait bir hayatları olsun. Bağımlı değil, bağımsız, vicdanı hür çocuklarımız olsun.
Bornova Radikal Anadolu Lisesi Rehber Öğretmeni
Gamze ERSOY